Thursday, April 26, 2007

KAZANMAK / KAYBETMEK ve BAŞA ÇIKABİLMEK ÜZERİNE / Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Feylesof feylosof@satranc.net


KAZANMAK/KAYBETMEK ve BAŞA ÇIKABİLMEK ÜZERİNE



Hepimiz biliriz ki satranç aynı zamanda bir “oyun”dur. Oyun ise, tanımlanması göründüğü kadar kolay olmayan, tanımlamaya çalışanların üzerine ciltler dolusu kitaplar yazdıkları bir kavram. Oyun olarak nitelenen “şey”lerin hepsinin belirgin ortak özellikleri olmaması, oyun kavramının tanımlanmasını güçleştirmektedir. Belirgin olan tek şey, farkında olunsun ya da olunmasın, oyun kavramının ömür boyu insanların yaşamında önemli bir yeri olmasıdır. Kimi oyun “seyirlik”tir, kimisi “içe dönük”, kimisi “mekanlı”dır, kimisi “mekansız”, kimisi “oyunculu”dur, kimisi “oyuncusuz”, kimisi “gereçli”dir, kimisi “gereçsiz”, kimisi “kazanmalı”dır, kimisi “kazanmasız”. Matematikte, sosyal bilimlerde kazanmalı oyunları, kazanmayı/kaybetmemeyi konu alan “oyun kuramı” bile vardır. Hatta derler ki “hayat bir oyundur”.

Bu yazımda bir oyun olarak satrancın “kazanmalı” yanının psikolojik boyutu üzerinde duracağım. Satranç, “kazanmalı”, yani, “bir tarafın kazanıp, bir tarafın kaybetmesi, ya da beraberlik/yenişememe” ile sonuçlanan bir oyun. Üstelik en uzun sürebilen oyunlardan birisi. Kazanmalı oyunlar, genellikle, kazanmak için oynanır. Her zaman kazanmak ise çoğu zaman mümkün değildir. Kazanmalı oyunlarda “kazanma” ve özellikle “kaybetme” ile başa çıkılabilmesi psikolojik açıdan önemlidir. Oyun süresinin uzunluğu, oynanma amacı, verilen önem, verilen emek, beklentiler, bu “başa çıkabilme”nin gerekliliğinde belirleyici etmenlerdir.

Bir süre önce karşılaştığım bir vakadan bahsetmek istiyorum. Bir komşum, 4-5 yaşlarındaki okul-öncesi oğullarının “yenilmeye tahammülsüzlüğü”yle başa çıkamadıklarından yakınarak danıştı. Gözlemlemek için evlerinde toplandık. Sevdiği ve sıkça oynadığı bir oyunu ikimiz oynadık. Oyunu onu zorlamadan önde götürmeye özen gösterdim. Oyun ilerledikçe, gerildi, ve bir süre sonra kazanmak için hile yapmaya çalışmaya başladı, hilelerine izin vermedikçe daha da gerildi. Oyunu kaybedince, oyun gereçlerini kafama geçirmeye kalkıştı, yeniden oynama “baskısı”nı reddedince saldırganlığı daha da arttı. Güçlükle yatıştırabildik. Aile, bu durumu sürekli yaşadıklarını aktardı.

Satranç ortamlarında da benzer durumlara raslanabilmektedir. Aktardıklarım kiminize “bildik” gelmiş olabilir. Bu durum, hem çevresindekiler, hem de “kaybetmeye tahammül edemeyenler” için rahatsız edici olabilmektedir. Buna engel olabilmenin yolu “kaybetmeyle başa çıkabilmek”ten geçmektedir. Kişinin kendisinin, insanların sınırlarını iyi kestirebilmesi, koşullarını iyi değerlendirebilmesi, satrancın yaşamındaki yerini iyi belirleyebilmesi, “kaybetmeyle başa çıkabilmesi”ni kolaylaştıracaktır. Kimi zaman “kazanmayla başa çıkabilmek” de gerekebilmektedir.

Satrancın amatörce oynanması, geçim sağlamak amacıyla profesyonelce oynanmasına göre “kaybetmeyle başa çıkabilmek” açısından bir avantajdır. Satrancın keyif veren bir uğraş olarak, hoşça vakit geçirmek için oynanması da, çeşitli beklentilerle (ödül kazanmak, ligde oynamak, milli oyuncu olmak, dünya çapında oyuncu olmak, vd) oynanmasına göre bir avantajdır.

Belli yaşın üzerindeki satranç oyuncularının kendi kendilerine “kaybetmeyle başa çıkabilme” yollarını kolayca bulabilmeleri mümkündür. Fakat çocuklara özellikle ve dikkatlice öğretilmesi gerekebilir. Çocuklukta yerleşen uygun olmayan yaklaşımların, ileri yaşlarda düzeltilebilmesi çok daha zor olacaktır.

Kazanmak, ne herşeydir, ne hiçbir şey. Dolayısıyla kaybetmek de öyle. Kazanmak ya da kaybetmenin, izleyicilerin, taraftarların psikolojileri üzerinde bile ciddi etkiler yaratabildiğini zaman zaman hepimiz gözlemleyebiliyoruz. Bu durumda, oyuncular üzerindeki etkinin daha fazla olabilmesi şaşırtıcı olmaz. Bu etkinin, öncelikle başkalarına, ardından etki (kazanma sevinci, sarhoşluğu, kaybetme kızgınlığı, öfkesi, hiddeti, vb) altında olana rahatsızlık vermemesinin sağlanmasında, yani bu etkiyle başa çıkılabilmesinde fayda vardır. Aksi taktirde, keyifli bir oyun hem oyuncular hem de başkaları için eziyete dönüşebilecektir.

Niçin satranç oynuyorsunuz ? Geçiminizi sağlamak için mi ? Dünyaca meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? Ülkece meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? İlinizde, köyünüzde meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? Ödül, ek gelir elde etmek için mi ? Spor olsun diye mi ? Sanatsal amaçlı mı ? Sosyal, kültürel amaçlı mı ? Zihinsel faaliyet amaçlı mı ? Kişisel tatmin için mi ? Hoşça vakit geçirmek için mi ? Satranç oynama amacınız doğrultusunda ne çaba gösterdiniz ? Ne kadar, nasıl çalıştınız ? Ne kadar zaman harcadınız ? Nasıl, ne kadar bir bedel ödediniz ? Yaptıklarınız amacınıza ulaşabilmeniz için yeterli mi ? Amacınıza ulaşmış örnekler için bu soruların nasıl cevapları olduğunun düşünüyorsunuz ?

Yukarıdaki soruların cevaplanması, başa çıkma stratejisinin belirlenmesini kolaylaştıracaktır.
Kazansanız da kaybetseniz de keyif aldığınız satranç oyunları dileğiyle....

feylosof@satranc.net

SATRANÇ ve ÖLÜM / Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Feylesof feylosof@satranc.net


SATRANÇ ve ÖLÜM


Satrancı, yaşamdaki mücadelelerimizle, hatta yaşamın kendisiyle benzeştiririz kimi zaman. Satrancın en yaygın strateji oyunlarından birisi olması, ve giderek kalabalıklaşan bir ortamda hızlanan yaşam tempomuzda strateji kullanım ihtiyacımızın artmasının bu benzetişimi çağrıştırmamızdaki etkisi büyüktür.
Satranç, bir tür “savaş stratejisi” oyunu olarak ortaya çıkmıştır. Satranç taşları, buna uygun olarak, satrancın ilk oynanmaya başladığı zamanlardaki Hint ordusundaki yapılanmadan esinlenerek isimlendirilmiş, ve rolleri belirlenmiştir. Taşların isimlendirmeleri, kimi ülkelerde kendi kültürlerine uyarlanarak değiştirilmiştir.
Pek çok bakımdan en uygun benzetişimle, 16’şar kişilik 2 düzenli ordunun kıran kırana savaştığı 64 karelik bir harp alanıdır satranç tahtası. Amaç, savaşı kazanmaktır, amaca ulaşmanın tek yolu ise rakibin “şah”ını esir almak (günümüzde kazanmanın zamana, ve diğer bazı kurallara bağlı farklı yolları da mevcuttur).
Her savaşta olduğu gibi çoğu zaman “ölüm-ler” kaçınılmazdır, kimi zamansa sıradan. Kimi zaman rakibin “taşı alınır”, kimi zaman rakibe daha fazla zarar vermek beklentisiyle “taş feda edilir”. Bir taşın oyun tahtası dışına çıkması, bir savaşçının ya “öldüğü”, ya “yaralandığı, sakatlandığı” ya da “sağlam ya da yaralı olarak esir düştüğü, alındığı” anlamına gelmektedir. Yani, rakibin “taşını almak”, düşmanın bir savaşçısını “öldürmeye”, “yaralamaya, sakatlamaya”, veya “esir almaya” karşılık gelmektedir. “Taş feda etmek”se, kendi savaşçını “öldürtmeye”, “yaralatmaya, sakatlatmaya”, veya “esir düşürtmeye”.
Hal böyle olunca, farkında olsak da olmasak da, çoğu satranç oyununda “kan gövdeyi götürmekte”dir. Bilgisayarda satranç oynayabildiğimiz bazı satranç programlarındaki canlandırmalar da buna uygundur : “bir kılıç darbesiyle savaşçıların kelleleri uçar, bir gürz darbesiyle beyni dağılır, kalbe saplanan bir mızrakla, kılıçla yere serilir, oluk oluk kanlar akar”, veya günümüz savaşlarına uygun bir şekilde “alnının ortasına ya da kalbine gelen bir kurşunla savaşçı yere serilir, ya da üzerine düşen bir bombayla paramparça olur”.
Her savaş, ardında “acı” bırakır. Bu, az ya da çok, kazanan taraf için de, kaybeden taraf için de geçerlidir; özellikle “ölenler” varsa. Ateş düştüğü yeri yakar, örneğindeki gibi, başkalarının ölmesinden etkilenmeyenler, önemsemeyenler, aldırmayanlar olsa da, “ölenler”in acısıyla başbaşa kalacak, acılarını taşımak, buna katlanmak zorunda kalacak birileri mutlaka vardır.
Satrançta hedef, şah hariç elde tek taş kalsa bile, mümkünse rakibin şahını esir almaya çalışmak, ve her duruma kendi şahını esir düşürtmemektir. Yani, rakibin şahını esir almaya yetecek güçteki son bir savaşçı haricindeki tüm savaşçılar “feda edilebilir”dir. Rakibin şahını esir alabilme imkanı kalmadığında, kendi şahını esir düşmekten kurtarabilecek, yenişememe (pat) durumu yaratabilecekse, son savaşçı da feda edilebilir. Satranç taşları, becerilerine, güçlerine göre kıymetlendirilir. “Feda edilebilirlik”leri, kıymetleriyle doğru orantılıdır. Düşük değerli savaşçılar, gerektiğinde yüksek değerli savaşçıları kurtarmak için de “feda edilebilir”dirler. Daha seyrek ortaya çıkan bir durum olmakla birlikte, kimi zaman, rakibe daha fazla zarar verebilmek, üstünlük sağlamak söz konusu olduğunda, tam tersi de olabilir, yüksek değerli savaşçılar, düşük değerli savaşçıları kurtarmak için de “feda edilebilir”dirler.
Feda edilemeyecek, öldürülemeyecek tek kişi “şah”tır. Satrancı yaşamla benzeştirmemize neden olan pek çok neden varmış sahiden. Gerçek yaşamda gün gelir “şahları da vururlar”; olacak o kadar. En imtiyazlı satranç şahsiyeti “şah”ın da bir kukla olması, satranççının hamlelerinin dışına çıkamaması da gerçek yaşamla benzeşiyor mu dersiniz ?!
Genel olarak en kolay feda edilebilecek, harcanabilecek savaşçı “piyon”dur. İlginçtir, terfi edebilme ayrıcalığına sahip olan tek savaşçı da piyondur; en kolay harcanabilir olmayı kabullenebilmesini sağlama, kolaylaştırma amaçlı bir ödül belki de. Ne yazık ki, “şahlık”a terfi etmesine izin verilmediği, “vezirlik”ten öteye terfi edemeyeceği için, “feda edilebilirliği” hiç bir zaman tamamen ortadan kalkmayacak, sadece “feda edilebilirlik” riski azalabilecektir.
Satranç savaşçılarının, seçme, rollerini değiştirebilme, genişletebilme, işlerine gelmeyen, beğenmedikleri hamleleri yapmama şansları yoktur. Bereket, yaşam bu kadar katı değildir. Piyon olmaktan başka şansı gözükmeyenlerin bile, piyonluğunun düzeyini belirleyebilme, hatta sadece kendi kendinin piyonu olabilme şanşı çoğu zaman vardır, bu şansını arttırabilmek ya da azaltabilmek de pek çok zaman kendi elindedir. Vezirliğe terfi edebilmenin büyüsüne kapılıp, şahın yaptırabileceğinden daha fazla piyonluk yapmak, vezirlik yerine rezilliğe de terfi ettirebilir. Amman dikkat !….
Satranca cok fazla benzeştirmeyeceğiniz, ve kendinizi “piyon” gibi hissetmediğiniz bir yaşam dileğiyle….

feylosof@satranc.net

Monday, April 23, 2007

BULANIK MANTIK

Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ


-------------------------



BULANIK MANTIK

Tansu KÜÇÜKÖNCÜ

Diyelim ki kanarya, kartal, tavuk, penguen, ve yarasadan bahsediyoruz. ‘A’, bunlardan her hangi birisinin yerini tutacak şekilde, söze “A bir kuştur” diye başlıyoruz. İlk bakışta bu ifademiz hepsi için doğruymuş gibi görünebilir. Bu ifademizi yanlış bulup rahatsızlık hissedenler de çıkacaktır. Çünkü, kanarya, kartal, ve yarasa uçabilirler, fakat tavuk ancak bir kaç metre uçabilir. Penguense yüzmeyi tercih eder. Yarasa memelidir, doğurarak ürer, diğer hepsi yumurtlar. Kanarya ve kartal için bu cümle, diğerleri için olduğuna göre, daha doğru görünmektedir. Bu hayvanların her biri için bu cümle farklı derecelerde doğru gibi görünmektedir.

Şu kıyaslamaya bakalım :

Socrates bir insandır.

Tüm insanlar ölümlüdür.

------------------------

Öyleyse, Socrates ölümlüdür.

Bunu aşağıdaki gibi değiştirelim:

Socrates çok sağlıklıdır.

Sağlıklı insanlar çok uzun zaman yaşarlar.

----------------------------------

Öyleyse, Socrates çok uzun zaman yaşayacaktır,

Bunu klasik mantıklarla ifade etmek kolay değildir. Üstelik, klasik mantık (‘doğru’ ve ‘yanlış’tan oluşan iki-değerli) sistemlerinin çoğu, bu tür cümleleri ilgi alanlarının dışında bırakırlar. Fakat bu tür cümleleri ve kıyaslamaları günlük yaşantımızda çok sıklıkla kullanırız.

Bu yazının amacı, sizlere, bunlara benzer ve belirsizlik içeren diğer cümlelerden çıkarımlar yapmakta, diğer bir deyişle ‘yaklaşımsal nedenselleme’de (‘yaklaşımsal akıl yürütme’ de diyebiliriz), kullanılan mantık türlerinden birisi olan “bulanık mantık”ı (fuzzy logic) tanıtmak.

Bulanık mantık kullanan sistemlerle metroların işleyisi kontrol ediliyor, televizyonların alıcıları ayarlanıyor, bilgisayar disklerinin kafaları kontrol ediliyor, kameralar görüntüye odaklanıyor, klimalar, çamaşır makinaları, elektrikli süpürgeler ayarlanıyor, buzdolaplarının buzlanması engelleniyor, asansörler ve trafik lambaları programlanıyor, otomobillerin motorları, süspansiyonları, emniyet firen sistemleri kontrol ediliyor, füzeler, çimento karıştırıcılar kontrol ediliyor, robot kolları yönlendiriliyor, karakterler, nesneler tanınıyor, golf kulüpleri seçiliyor, hatta çiçek düzenlemesi yapılıyor.

Bulanık sistemler, eğitilebilir dinamik sistemlerdir. Bir fonksiyonu, çıktıların girdilere ne şekilde bağlı olduğunun matematiksel modelini bilmeksizin tahmin ederler. Sayısal, bazen dilsel örnek verilerden “deney yoluyla” öğrenirler. Uyarlanabilir bulanık sistemler, karmaşık süreçleri kontrol etmeyi, neredeyse bizler gibi öğrenebilirler.

BULANIKLIK KAVRAMI

"Atahan uzun bir çocuktur". "Elif güzel bir kızdır". "100, 1’den çok daha büyük bir sayıdır". "Bu yaprak kırmızıdır". Bunlar, klasik mantık sistemleriyle doğruluğundan söz edilebilmesi güç cümlelerdir. Çünkü ‘uzun’, ‘güzel’, ‘büyük’, ve hatta ‘çok daha’, açık bir şekilde tanımlanmamış, belirsizlik içeren sözcüklerdir. Fakat, bu şekilde açıkça tanımlanmamış kavramlar insanın düşünmesinde önemli rol oynarlar. İnsan nedensellemesinin gücü ve özü, bu tür belirsizlik içeren kavramları, doğrudan kavrayabilmesi ve kullanabilmesinde yatar.

Klasik mantık sistemleri, sadece belirli koşullarda oluşan, kesin doğruluk değerleri ‘doğru’ ya da ‘yanlış’tan birisine sahip önermelerle ilgilenirler. Belirsizlikle ilgilenmezler. Öyleyse, bu tür cümlelere, akılcı doğruluk değerleri nasıl verebiliriz ?

Yanıtı, sürekli veya dereceli biçimde bir doğruluk, yani ‘bulanık’ doğruluk kavramını kullanmak. Bulanık doğruluk kavramı, sıradan doğruluk kavramıyla benzerlikler gösterir, fakat daha geneldir, ve uygulama alanı daha geniştir, belirsizliğin, doğruluk ölçütünün keskin bir şekilde tanımlanmamasından kaynaklanan durumlardaki problemlerle uğraşmak için doğal bir yol sağlar.

Matematiksel olarak ‘bulanıklık’, ‘çok-değerlilik’ demektir, ve kökenleri, kuvantum mekaniğindeki “Heisenberg’in konum-momentum belirsizliği ilkesine dayanır (Bu ünlü ilke der ki, bir elektronu gözlerken, konumunu ve hızını aynı anda doğru olarak belirlemek mümkün değildir. Bu iki niceliği aynı anda ölçerken yapılacak hatalar, kabul edilebilir sınırlara çekilemez). Üç değerli bulanıklık, ‘doğruluk’, ‘yanlışlık’, ve ‘belirlenemezlik’e ya da ‘varlık’, ‘yokluk’, ve ‘belirsizlik’e karşılık gelir. Çok-değerli bulanıklık, belirlenemezlik ya da belirsizliğin derecelerine, olay ya da ilişkilerin kısmi oluşlarına karşılık gelir.

KISA BIR TARİHÇE

Mantıksal paradokslar ve Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, 1920’ler ve 1930’larda çok değerli mantık sistemlerinin gelişmesine yol açtı. Kuvantum teorisyenleri, iki değerli mantık sistemlerinin ‘doğru’ ve ‘yanlış’tan oluşan değer kümesine, bir üçüncü veya orta doğruluk değeri ekleyerek ‘belirlenemezlik’in ifade edilebilmesine imkan sağladılar. Bundan sonraki aşamada, ‘doğru’ ve ‘yanlış’, ‘belirlenemezlik’ tayfının sınır koşulları olarak görülüp belirlenemezlik derecelendirildi.

Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, ‘belirlenemezlik’inin sürekliliğiyle, bilimi çok değerliliğe zorladı. Pek az batılı filozof çok değerliliği benimsemesine rağmen, Lukasiewicz, Gödel, ve Black, ilk çok-değerli ya da bulanık mantık ve küme sistemlerini geliştirdiler.

1930’ların başlarında Polonyalı mantıkçı Jan Lukasiewicz ilk üç-değerli mantık sistemini geliştirdi. Lukaziewicz, daha sonra doğruluk değerlerinin kümesini tüm sayılara genelleştirdi.

1930’larda kuvantum filozofu Max Black, sürekli değerlere sahip mantığı, eleman düzeyinde kümelere uyguladı. Black, bulanık-küme üyelik fonksiyonlarından bahseden ilk kişi oldu. Black, ifade etmeye çalıştığı yapılardaki belirsizliği ‘müphemlik’ olarak adlandırdı. Zadeh’in bulanık-küme teorisinin aksine, Black’in çok değerli kümelerindeki her bir eleman, sürekli değerlere sahip bir mantık çerçevesinde ele alınan bir cümleyle eş-değerdi.

1965’te Azeri kökenli sistem bilimci Lotfi Zadeh, bir çok-değerli küme teorisi geliştirdi, ve ‘bulanık’ kelimesini teknik terimlere dahil etti.

BULANIK MANTIK

Mantık, antik çağdan günümüze dek gelişmeler gösterdi (1). Kendini zamanın gereklerine uydurmaya çalıştı. Bulanık mantık, onun gelişimindeki son aşamalardan birisidir.

Klasik mantıklarda, bir önerme (2) ya ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olarak kabul edilir. Üçüncü bir durumun gerçekleşmesinin imkansız olduğu varsayılır, ve çoğu zaman bu tür durumlar ‘paradoks’ olarak adlandırılır. Diğer bir deyişle, doğruluk, önermeleri, {Yanlış, Doğru}, veya sayısal olarak {0, 1} (3), kümesinin elemanlarıyla ilişkilendiren bir küme olarak görülebilir.

Bulanık mantığın ardındaki temel fikir, bir önermenin ‘doğru’, ‘yanlış’, ‘çok doğru’, ‘çok yanlış’, ‘çok çok doğru’, ‘çok çok yanlış’, ‘yaklaşık olarak doğru’, ‘yaklaşık olarak yanlış’, v.b. gibi, olabileceğidir. Diğer bir deyişle, doğruluk, önermelerle, klasik yanlış ve doğru arasındaki sonsuz sayıdaki doğruluk değerlerini içeren bir kümedeki değerler, ya da sayısal olarak [0, 1] (4) gerçel sayı aralığıyla ilişkilendiren bir fonksiyondur (5). Bu, Zadeh’in bulanık kümeler üzerindeki ilk çalışmasının bir sonucudur. Mantık ve kümeler arasındaki ilişkiden biraz ileride bahsedilecektir.

Bulanık mantığı tanımlamanın belki de en basit yolu, yaklaşımsal nedensellemenin bir mantığı olduğunu söylemektir. Belirleyici özellikleri :

a. ‘doğru, çok doğru, az çok doğru, daha doğru, doğru değil, yanlış, çok doğru değil, ve çok yanlış’ gibi sözel olarak ifade edilen (ya da sayısal olarak [0,1] gerçel sayı aralığında yer alan) doğruluk değerlerine sahip oluşu (bu, belirsizlik içeren doğruluk tablolarını da beraberinde getirir), ve

b. geçerliliği kesin değil, fakat yaklaşık olan çıkarım kurallarına sahip oluşudur.

Bunlardan dolayı, bulanık mantık, klasik Aristo mantığından tümevarımsal mantıklara, küme-değerli doğruluk değerlerine sahip çok değerli mantıklara, diğer mantık sistemlerinden belirgin bir şekilde ayrılır.

Bulanık mantığın doğruluk tabloları, ve çıkarım kuralları

a. belirsizlik içerir, ve

b. ‘doğru’ ve ‘yanlış’a yüklenen anlamlara olduğu kadar, bu anlamları güçlendirmek ya da zayıflatmakta kullanılan ‘çok, oldukça, daha çok, daha az’ gibi niceleyicilere yüklenen anlamlara da bağlıdır.

Nedensellemede, ağırlıklı olarak çıkarımlardan yararlanılır. |=>, bir tür koşullu önerme bağlacı olsun. b, bir önerme ve a, onun koşulu olsun. ‘a |=> b’, ‘a ise b’ diye okunur, ve genel olarak, klasik mantık sistemlerinde a koşulunun (önermesinin) doğru olması durumunda b önermesinin de doğru olacağına işaret eder. Çok değerli mantıklarda, bu tür bir ilişkide a’nın doğruluk değerinin b’nin doğruluk değeri üzerinde ne tür etki yaratacağının özel olarak tanımlanması gerekir. Bulanık mantıkta, bu tür ilişkilere dayalı çıkarım yapmak, örneğin v(.), parametresi olacak önerme ya da önermelerin doğruluk değerini gösterecek şekilde, v(a)’yı ve v(a |=> b)’yi biliyorken, v(b)’nin değerini bulmak, diğer çok-değerli mantıklarda olduğundan biraz daha karmaşıktır. Yaklaşımsal çıkarım yaparken, doğrulukla, kesinliğin aynı doğrultuda ilerleyeceğini görmek güç değildir. Koşula bağlı önermelerin doğruluğu, daima koşullarının doğruluğundan daha az hassasiyete sahiptir.

TEMEL İŞLEMLER

Ayrışma (Veya) : v(a V b) = en-büyük (v(a), v(b))

Birleşme (Ve) : v(a b) = en-küçük (v(a), v(b))

Olumsuzlama (Değilleme) : v(~a) = 1 - v(a)

burada, en-büyük ve en-küçük, sonuç olarak parametreleri arasındaki en büyük ve en küçük değerleri veren fonksiyonlardır.

İki değerli mantıklarda ‘değilleme’, ‘karşıt anlamlı olma’ya karşılık gelir. Bulanık sistemlerde ‘doğru değil’ şeklindeki bir ifade, ‘yanlış’ anlamına gelmeyebilir. Bazı durumlarda ‘doğru değil’i, ‘doğru’ya ‘yanlış’ın olduğundan daha yakın olarak algılamak daha anlamlı olabilir.

Kolayca görülebileceği gibi, değer kümesi, [0, 1] yerine {0, 1} alındığında bu işlemlerden klasik mantıklardaki sonuçlar elde edilecektir.

En-büyük ve en-küçük fonksiyonlarının kullanımının uygunluğu 1973’te Bellman ve Giertz tarafından gösterilmiştir. Fung ve Fu ise 1975’te en-büyük ve en-küçük’ün tek olası işlemler olabileceğini bulmuştur. Matematiksel olarak doğrulanmasının yanında, en-büyük ve en-küçük fonksiyonlarının etkisi, insan nedensellemesinin nasıl olduğunu da ifade ediyor görünmektedir. n tane, derecelendirilmiş doğruluk değerlerine sahip önerme olsun. Her hangi bir kimsenin bunları kullanarak akıl yürüteceğini varsayın. Bunların hepsi ‘veya’ bağlacıyla bağlı olduğunda, doğruluk durumuna olabildiğince yakın olmak isteyecek, ve bu yüzden bu önermeler gurubunun ortak doğruluk değeri olarak, önermeler içinde doğruluk değeri en yüksek olanınkini seçecektir. Bunların hepsi ‘ve’ bağlacıyla bağlı olduğundaysa, en kötü durumu bilmek isteyecektir, bu yüzden bu önermeler gurubunun ortak doğruluk değeri olarak, önermeler içinde doğruluk değeri en düşük olanınkini seçecektir.

Diğer mantık teorilerinde geçerli olan işlemler, bulanık mantık için de geçerlidir. Bulanık mantığı, diğer mantık sistemlerinden ayıran önemli özelliklerden birisi, ‘dışlanmış orta kanunu’ ve ‘çelişmezlik ilkesi’ olarak adlandırılan, ve

v(a V ~a) = Doğru , ve v(a ~a) = Yanlış

şeklinde ifade edilen, diğer mantık sistemleri için oldukça önemli olan, hatta temel kural denebilecek, iki özelliğin, bulanık mantık için geçerli olmamasıdır. Bulanık mantıkta

v(a V ~a) != Doğru , ve v(a ~a) != Yanlış

olur. Burada ‘!=‘, 'eşit değildir' demektir. Bunu sözlü olarak şöyle ifade edebiliriz; bulanık mantıkta ‘bir önerme ya doğrudur ya da yanlıştır’ diyemezsiniz, aynı zamanda ‘bir önerme aynı zamanda hem doğru hem yanlış olamaz’ da diyemezsiniz. Bu, doğruluğun çok değerli oluşundan ve bu çerçevede ‘V ve ‘ bağlaçlarına yüklenen anlamdan kaynaklanmaktadır.

Bulanıklık, bir önermeyle (a), ‘değili’ (~a) arasındaki belirsizlikten kaynaklanır. Eğer v(a)’yı kesin olarak bilmiyorsak, v(~a)’yı de kesin olarak bilmiyoruz demektir. Bu belirsizlik, çelişmezlik ilkesini ihlal edip ‘v(a ~a) != Yanlış’ olmasına, aynı zamanda dışlanmış orta kuralını ihlal edip ‘v(a V ~a) != Doğru’ olmasına yol açar.

MANTIK ve KÜME KURAMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Mantık, matematik aracılığıyla, felsefe ile diğer bilimler arasında güçlü bir bağ sağlar.

Günümüzde matematikte genel olarak üç temel görüşün etkin olduğu kabul edilir : ‘sezgiselci’, ‘biçimselci’, ve ‘mantıkçı’ görüşler. Mantıkçı görüşün savı, matematiğin mantığın bir dalı olduğudur. Matematiksel kavramlar, mantıksal kavramlarla ifade edilebilir, ve matematiğin tüm kuramları, mantığın kuramları olarak türetilebilir.

Küme kuramı (6), aritmatiğin (7) ve mantığın temellerini oluşturur, hatta matematik ve biçimsel nedensellemenin en önemli kısmını oluşturduğu bile söylenebilir. Bu yüzden, temel küme işlemleriyle (‘birleşme’ ve ‘kesişme’), temel mantıksal işlemler (‘veya’ ve ‘ve’ bağlaçları) arasında sıkı bir bağ vardır. Mantıkçılar arasında önermeler için doğruluk koşullarını küme kuramı terimleriyle ifade etmek yaygındır.

"Socrates bir insandır" önermesini ele alalım. ‘İnsan’, belli özellikleri taşıyan bazı varlıklar, yani bir küme, için ortak bir isimdir. Böylece "Socrates bir insandır" önermesi doğrudur demek, "Soctares insan olarak adlandırılan kümenin bir elemanıdır" demeye denktir.

BULANIK KÜMELER

Bulanık küme kavramı, Zadeh’in, klasik sistem kuramının matematiksel yöntemlerinin gerçek dünyadaki pek çok sistemle, özellikle insanları içeren kısmen karmaşık sistemlerle, uğraşırken yetersiz kalmasından hoşnut kalmayışından doğdu.

Zadeh, ‘uzun, kırmızı, durağan’ gibi yüklemlerin ikili üyelik fonksiyonuyla ifade edilen klasik kümeler yerine, dereceli üyelik fonksiyonuyla ifade edilen bulanık kümeler tanımlamasını önerdi.

Bulanık küme kuramı, ‘belirsizlik’in bir tür biçimlenişi, formüllendirilmesidir. Bir çeşit çok-değerli küme kuramıdır. Fakat işlemleri, diğer küme kuramlarınınkilerden farklılıklar gösterir.

Kümedeki her bir birey, çift-değerli küme kuramlarında olduğu gibi ‘üye’ ya da ‘üye değil’ olarak değil, bir dereceye kadar üye olarak görülür. Örneğin, 1.90 m. boyundaki bir adam ‘uzun adamlar’ kümesinin bir üyesidir. 2.00 m. boyundaki bir adam ve 2.10 m. boyundaki bir adam da öyle. Bazı amaçlar için, onları bu kümenin ‘üyesi’ ya da ‘üyesi değil’ şeklinde sınıflandırmak yeterli olmayabilir. Bu gibi durumlarda, onların üyelik değerlerini, dereceli olarak, boylarına göre tanımlamak uygun olabilir.

‘Bulanık küme’ kavramı, hassasiyetin arttırılması açısından, klasik kümelerinkine göre daha uygun olan yeni bir araç sağlıyor olarak görülebilir. Getirdiği yaklaşım, klasik küme kuramlarında kullanılan üyelik kavramını bir kenara bırakıp yerine tamamen yenisini koymak değil, iki-değerli üyeliği çok-değerliliğe taşıyarak genellemesini yapmaktır.

BULANIKLIĞIN ÖLÇÜLMESI

Bulanık bir önerme, ne kadar bulanıktır ? Çeşitli yazarlar, bulanık bir önermenin bulanıklığını ölçmek için sayısal ölçütler ileri sürmüşlerdir. Bulanıklığın derecesi, verilmiş bir kümeye neyin üye olup neyin olmayacağını belirlemekteki güçlükte yatar. Bulanıklığın ölçütleri, v(a) ve v(~a)’nın değerini aynı anda bulmaya çalışırlar.

Bir d bulanıklık ölçütü, bulanık bir B evreninden [0, 1] gerçel sayı aralığına bir eşleştirmedir. Bu eşleştirme şu özellikleri sağlamalıdır.

1. d(a) = 0, sadece ve sadece a, B’de sıradan bir fonksiyonsa;

2. d(a) en büyüktür, sadece ve sadece v(a) = 1/2, a B ise;

3. d(a) = d(~a), (~a de en az a kadar bulanıktır).

Bulanıklığın en yaygın ölçütlerinden birisi, ‘entropi’dir. Entropi, bir sistem ya da mesajdaki belirsizliği ölçer. Bu da bulanıklığa denktir. Bir a önermesi, doğruluk değeri ‘doğru’ (1) ya da ‘yanlış’a (0) eşit değilse bulanıktır, aksi taktirde açık ve seçiktir. a’nın entropisi, E(a), genelde 0’la 1 arasında değişir. Bir birbirinden bağımsız önermeler kümesiyle tanımlanan bir olay için, bu önermelerin birbirine dik (ortogonal) olduğunu varsayarak, önermelerin doğruluk değerlerinden oluşturulmuş bir uzay düşünün. Oluşan şekil bir hiper-küp olarak adlandırılır. Bu hiper-kübün bir köşesi, tüm önermelerin ‘yanlış’ı, diğer köşeler ise, her bir önermenin ‘doğru’larıdır. Böyle bir durumda, köşeler açık ve seçiktir, bulanık olmayan önermeler belirsizlik içermediği için ‘0’ entropiye sahiptirler. Hiper-kübün geri kalan her yeri belirsizdir. Belirsizlik, hiper-kübün en ortasında, en büyüktür; rakamsal olarak genelde ‘1’le ifade edilir. Böyle geometrik bir yaklaşım, bulanıklığın derecesinin hesaplanmasını kolaylaştırır.

Bulanıklığın derecesini ifade etmek için, niceliksel bir ölçüt yerine, Kaufman’ın 1975’te önerdiği gibi, niteliksel bir yaklaşım da kullanılabilir. Bu şekilde bulanık kümeler, ‘biraz bulanık’, ‘hemen hemen kesin’, ‘çok bulanık’ gibi başlıklar altında kabaca sınıflandırılabilir.

BULANIKLIK ve RASGELELİĞİN KIYASLAMASI

Belirsizlik, rasgelelikle aynı şey midir ? İstatistik ve olasılık eğitimi almış pek çok kimse öyle olduğuna inanır. Özellikle, olasılığı, bir sıklık ya da diğer sınanabilir bir yığın olarak görmeyip, bilginin öznel bir durumu olarak gören Bayesçi istatistikçiler, bu iddiayı savunurlar.

Rasgelelik, hem kavramsal hem teorik olarak farklıdır. Fakat, aynı zamanda benzer yanları da vardır. Her iki kavram da belirsizliği, [0,1] birim aralığındaki gerçel sayılarla ifade etmek için kullanılır. Her iki sistemde de önermeleri ilişkilendirmekte benzer bağlaçlar kullanılır. İkisi arasındaki temel fark, bir a önermesiyle, onun ‘değil’i ~a’nın bir arada bulundukları durumlara yaklaşımlarında yatar. Klasik mantık teorileri, ‘v(a ~a) = Yanlış’ olduğunu şart koşarlar. Olasılıkçı mantık teorileri buna uyar :

P(a ~a) = v(a ~a) = P(Yanlış) = 0.

Burada P, bir önermenin doğru olma olasılığıdır. Bu yüzden a ~a, olasılıksal olarak imkansız bir olayı ifade etmektedir. Fakat, bulanıklık, ‘v(a ~a) != Yanlış’ olduğunda başlar.

Bulanıklık, olaydaki belirsizliği ifade eder. Bir olayın olup olmadığını değil, hangi dereceye kadar olduğunu ölçer. Rasgelelik, olayın oluşundaki kesin olmayışlığı ifade eder. Bir olayın olup olmadığı rasgeledir, yani olay olabilir de olmayabilir de. Hangi dereceye kadar olduğuysa bulanıklıktır. Bulanıklık, genel olarak ‘gerekirlik’ (deterministik) olmasına rağmen, rasgelelik tahminseldir (stokastik).

Araçların park etmesi için ayrılmış bir yerde, çizgilerle birbirinden ayrılmış park yerlerinden birisine park etmeye çalıştığınızı varsayın. Park yerlerinden her hangi birisine belli bir olasılıkla park edebilirsiniz. Aracınız, park yerlerinden birisini işgal edecek, diğerlerine taşmayacaktır. Bu rakamsal olasılık, önceki tekrarlanmışlık bilgisini ya da aracınızın bulunacağı park yeri bilgisini özetleyen Bayesçi zihinsel durumu yansıtır. Bir seçenek olarak, aracınızı tüm park yerlerini belli derecede işgal edecek şekilde de park edebilirsiniz. Uygulamada, park yerlerinin çoğunu ‘sıfır’ derecede işgal edecektir. Neticede, [0,1] gerçel aralığındaki sayıları, park yerlerinin her bir derecede kısmen işgal edilmesinin olasılıklarını, yani bulanık olayların olasılıklarını, bulmak için kullanabiliriz.

Bulanıklık, bir tür gerekirlik (deterministik) belirsizliktir. Belirsizlik, fiziksel bir özellik olarak görülebilir. Bulanıklığın aksine, olasılık, bilginin artmasıyla birlikte ortadan kalkar.

PARADOKSLAR ve BULANIK MANTIK

Temel olarak, paradoks (ikircikli cümle), hem ‘doğru’ hem ‘yanlış’, ya da ne ‘doğru’ ne de ‘yanlış’ doğruluk değerine sahip bir önermedir.

'Sorites' (bir tür nesneden pek çoğunun bir araya gelmesiyle oluşmuş bir yığın düşünün, bu nesnelerden birisi eksilde bile yığın olarak kalmaya devam edecektir) ve 'falakros' (kel bir adam düşünün ki, bir tel saçı çıksa bile kel olarak adlandırılmaya devam edecektir), gibi paradokslar ilk kez olarak antik Yunan’daki filozoflar tarafından not edilmişlerdir.

Mantıksal sistemler, paradokslarla ilgilenerken iki tür yol izlerler; ilki, onlardan kaçınmaktır (onlara, o sistem içinde oluşmaları olanaksız olan özel durumlar olarak davranarak), diğeri onlara doğruluk değerleri vermektir. Bulanık mantık, ikinci yolu tercih eder.

Doğruluk değeri atamak açısından bakıldığında, paradokslar, temel olarak iki gurup altında toplanabilirler :

a. Russell'ın berberi, Giritli yalancı, bir yüzünde “öbür yüzde yazan cümle doğrudur”, öbür yüzündeyse “öbür yüzde yazan cümle yanlıştır” yazan kart örneklerinde olduğu gibi, üçüncü bir doğruluk değerinin yeterli olduğu paradokslar,

b. Yukarıdaki ‘yığın’ ve ‘kel adam’ örneklerinde olduğu gibi, üçten daha fazla doğruluk değerlerine gereksinim duyulan paradokslar.

(a)’daki paradokslar, (b)’dekilerden daha tehlikelidir. Hepsi aynı biçimdedir. Bir a önermesiyle, onun değili ~a, aynı doğruluk değerine sahiptirler, yani v(a) = v(~a). Bu çelişmezlik ilkesi ve dışlanmış orta kuralını ihlal eder (v(a) = 1 - v(~a), and v(~a) = 1 - v(a)). Fakat bulanık mantıktaki ifade şekliyle :

v(a) = 1 - v(~a), and v(~a) = 1 - v(a) dir,

böylece v(a) = v(~a) = 1/2. Böylece, paradokslar yarı-doğrulara indirgenmiş olurlar.

Bulanıklık, aynı zamanda (b)’deki gurupta yer alan paradokslara da çözüm getirir. Örnek olarak, bir kum yığınını düşünün. İçinden bir kum tanesini alacak olursak, hala bir kum yığını olarak kalır mı (Sorites tipi paradoks) ? Peki ya iki kum tanesini alacak olursak ? Ya üç kum tanesini ? Birden bire değil, fakat dereceli bir şekilde, bir şeyden (yığından) onun tersi bir şeye (yığın olmayana) geçiş olmaktadır. Burada karşımıza çıkan derecelendirilmiş doğruluktur. a’dan ~a’ya bir yol hayal edin. Her bir kum tanesinin alınmasıyla, a’dan başlayıp, derece derece ~a’ya yaklaşırız. Bu yol üzerinde, ‘bu hala bir yığın mıdır’ sorusunu “yığındır”, “hemen hemen yığındır”, “neredeyse bir yığındır”, vb. şeklinde yanıtlayabiliriz. Veya, “bu bir yığındır” önermesine ‘doğru’, ‘hemen hemen doğru’, ‘neredeyse doğru’ gibi doğruluk değerleri atayabiliriz. Doğru olmanın derecelerinin etkisi, “bu, 0.999 ya da 0.875 ya da 0.764 derecesinde bir yığındır” gibi rakamsal değer içeren ifadelerle daha detaylı biçimde verilebilir.

Notlar

(1) Mantıksal sistemler tarihsel gelişimi içinde genel olarak aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir;

geleneksel mantık : Aristo tasımı (ya da mantığı)

klasik mantık : 2-değerli cümleler/önermeler mantığı

genişletilmiş mantıklar : kipler mantığı, zaman mantığı, ahlak mantığı, bilgi-bilim

mantığı, tercihler mantığı, emir kipi mantığı, sorulu mantık

aykırı mantıklar : çok değerli mantıklar, sezgisel mantıklar, kuvantum mantıkları,

serbest mantıklar

tümevarımsal mantık

(2) ‘Önerme’, genel olarak, beyan içeren bir cümlenin (hangi dilde söylenmiş olursa olsun) özünde öne sürülenleri belirtmek kullanılan bir terimdir. Düşünme eyleminin, ifade ediliş tarzı değil de, içeriği olarak da görülebilir.

(3) Buna ‘değer kümesi’ denir.

(4) Bir ‘fonksiyon’, bir ‘tanım kümesi’ ve bir ‘değer kümesi’yle birlikte anılır. Tanım kümesindeki nesnelerin, değer kümesindeki nesnelerle ilişkilendirilmesini tanımlar.

(5) Aslında, bulanık kümeler için, herhangi bir gerçel sayı aralığı, değer kümesi olarak kullanılabilir. Fakat, [0, 1] aralığının hepsini temsil edebileceği varsayıldığı ve pratikte kullanımı daha kolay olduğu için kullanılması tercih edilmektedir.

(6) Temel olarak, bir küme, genel olarak, benzer özellikleri nedeniyle bir araya gelmiş ya da birlikte anılan nesneler olarak tanımlanabilir. Kümelere ilişkin temel kavram ‘üyelik’tir. Klasik kümelerde üyelik, ya hep ya hiçtir. Bulanık kümelerdeyse derecelidir.

Küme teorisinin 1874’te Cantor'un Crelle's Journal isimli dergideki (Almanca) makaleyle doğduğu kabul edilir. Küme teorisini aksiyomatikleştirmek için ilk girişimde bulunanlardan birisi Frege’dir. Fakat oluşturduğu sistem, Russel paradoksunun bulunmasının ardından çökmüştür. Daha sonra, güçlü bir aksiyomatik yapıya sahip ilk küme teorisi, Russell paradoksundan kaçınmak için bir yol öneren Zermaelo tarafından verilmiştir.

(7) Doğal sayılar, ‘boş küme’ ve ‘boş kümelerin kümeleri’ kullanılarak tanımlanır. Ardından, ‘toplama’ ve ‘çıkarma’ gibi işlemler, doğal sayıları temsil eden kümeler arasındaki ‘birleşme’ ve ‘kesişme’ işlemleri kullanılarak tanımlanır.

KAYNAKLAR

Baldwin, J.F., (1979), "Fuzzy Logic and Fuzzy Reasoning", Int. J.Man-Machine St., 11, 465-480.

Dubois, D., Lang, J., Prade, H., (1991-b), "Fuzzy Sets in Approximate Reasoning, Part 2 : Logical Approaches", Fuzzy Sets and Systems, 40, 203-244.

Fraenkel, A.A., (1966), Set Theory and Logic, Addison-Wesley P.Co.

Gaines, B.R., (1976), "Foundations of Fuzzy Reasoning", Int. J.Man-Machine Studies, 8, 623-668.

Haack, S., (1978), Philosophy of Logic, Cambridge Un. Press.

Johnson, P.E., (1972), A History of Set Theory, Prindle, Weber, & Schmidt Inc.

Kosko, B., (1992), Neural Networks and Fuzzy Systems: A Dynamical Systems Approach To Machine Intelligence, Prentice-Hall Int., Inc.

Lemmon, E.J., (1968), Introduction to Set Theory, Routledge & Kegan Paul Ltd.

Pedryez, W., (1993), Fuzzy Control and Fuzzy Systems, Research Studies Press Ltd., (2nd Ext. ed.), John Wiley and Sons Inc.

Zadeh, L.A., (1965), "Fuzzy Sets", Information and Control, 8, 338-353.

Zadeh, L.A., (1973), "Outline of a New Approach to the Analysis of Complex Systems and Decision Processes", IEEE Trans. on Sys., Man, and Cybernetics, SMC-3, 28-44.

Zadeh, L.A., (1975-a), "Fuzzy Logic and Approximate Reasoning", Synthese, 30, 407-428.

EVRENSEL KÜME, BOŞ KÜME, ve YARARCILIK

Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ

--------------------------

EVRENSEL KÜME, BOŞ KÜME, ve YARARCILIK

Tansu KÜÇÜKÖNCÜ

Evrensellik ve hiçlik, mantık ve varlık-bilimin ötesinde insanlık tarihinin en eski ve en sorunlu kavramlarındandır. İnsanoğlu, bu kavramlardaki belirsizliklerden ötürü sürekli rahatsızlık duymuştur. Varlığının bilincinde olan hemen her insan, belirsizlikleri nedeniyle bu kavramların içini boş bırakmak yerine düşüncelerindeki rahatsızlıkları azaltacak ya da örtecek isteksel tanımlarla içini doldurmayı tercih etmişlerdir. Bilim ve teknolojide kabul edilen tanımlarsa farklı kaygılar taşır.

E ve B üzerindeki tartışmalar, bilimsel platformda gerçekleştiğinde ciddi sorunlara yol açmazlar. Fakat sosyal gruplar arasında gerçekleştiğinde, E ve B'ye ait kendi yorumlarının diğerlerince de kabul edilmesi için bir grubun diğer gruplara çeşitli baskılar uygulaması gibi oldukça ciddi sorunlara yol açabilir.

Bu yazımda kümeler kuramı, varlık-bilim ve özellikle mantık penceresinden bakmaya çalışacağım.

Öncelikle E ve B'nin kümeler kuramı düzlemlerinde kabul edilen bazı tanımlarını hatırlatarak başlamak istiyorum:

Kümeler Kuramı ve Mantıksal Açıdan Evrensellik ve Hiçlik

Varlık-bilim açısından evreni, kabaca, tüm varolan şeylerin oluşturduğu bütün, hiçliği de varolan hiçbir şeyin bulunmayışı olarak tanımlayabilirz.

Kümeler kuramlarının evrensellik kavramına bakışlarını iki grupta toplayabiliriz. Bunlardan birincisi varlık-bilimin bakışıyla aynıdır : Varolan tüm nesnelerin kümesine evrensel küme deriz (veya nesneler, evrensel küme olarak seçtiğimiz kümenin elemanlarıdırlar) [4,230]. Tüm kümelerin biraraya toplanması sezgisel olarak anlamlı bir fikir olarak gözükmektedir [8,153]. İkinci yaklaşım ise evrensel kümenin olay kümesi ya da konuşma evreni olarak değerlendirilmesidir. Aynı yaklaşımlar mantık düzlemlerinde de geçerlidir.

Evrensel küme, verilen bir konuşma evrenindeki tüm ögeleri içeren kümedir ve E ile belirtilir; öyle ki eğer A bir küme ise A È E = E, ve A Ç E = A 'dır [5,268]. Evrensel küme niceliksel mantığın iletişim düzlemi veya değişkenlerinin değer düzleminden başka birşey değildir [4,230]. Buradaki ilginçlik, bugüne değin kullanılıyor olmasına rağmen, evrensel kümenin (sayısal olarak sonsuz terimi) henüz üzerinde herkesçe uzlaşılmış tek bir tanımı yoktur.

Sonluluk ve sonsuzluğun temel olarak birbirinden farklı tanımları vardır [9,26]. Evrensel küme göreceli bir kavramdır [4,230]. Örneğin, Tarski-Grothendieck sisteminin ana özelliği, her küme bir evrenin üyesidir. Bu, E, bir evren olduğunda da geçerlidir. Bir E evreni daha büyük bir V evreninin bir alt kümesidir [8,157].

En az bir tane sonsuz küme vardır [8,68]. Fakat, bir çok farklı sonsuzluk aksiyomu üretilebilir [10,48]. Bu, aksiyomların doğasından kaynaklanmaktadır.

Benzeri durum, hiçlik için de geçerlidir. Kolaylık açısından boş küme, her bir kümenin alt kümesi olarak kabul edilir. Yani, B Ì A, ve B Ì B [7,20][10,24], gibi. Evrensel küme ve boş küme kavramları için yapılan tanımlamalarda birinci derecede kaygı, sistem içerisinde birbiriyle çelişmeyen ilişkilendirmeler üretebilmektir.

Burada aynı zamanda, bilim olarak adlandırdığımız çalışmalarda günümüzde de varlığını sürdüren zayıflıklarla karşılaşmış olduk. Bilimin hedefi, ürettiği doğruların geçerliliğini tüm evreni içine alacak şekilde genişletmek olmakla beraber, belli koşullarda geçerliliği bilinen ve işlev gören doğrular, kullanılmazlık edilmemektedir. Bu, yararcılığın (pragmatism) bilime uygulanmasıdır. Bu tür yaklaşım, mühendislik düşüncesininse tamamen özünü yansıtmaktadır.

Mantık

Mantık, felsefe ve bilimler arasında, özellikle matematik yoluyla, güçlü bir bağ sağlar.

Günümüzde matematikte temel olarak üç farklı okulun görüşleri ön plandadır : sezgiselci, biçimci, ve mantıkçı [1,69].

Mantıkçı okulun tezi, matematiğin mantığın bir dalı olduğudur. Bu görüşe göre, mantık matematiğin sadece bir aracı olmasının ötesinde, atasıdır. Matematiksel kavramlar, mantıksal kavramlar olarak formüllendirilir, ve matematiğin tüm teoremleri, mantığın teoremleri olarak geliştirilir [1,73]. (*)

Mantık, sadece nedensellemenin doğrularını hedefler, veya nedensellemenin geçerlilik kurallarını açıklar (ki bu da düşünmenin en önemli sürecidir) [3,9]. Duyumsal kavramlar, doğru düşünme ve geçerli nedensellemenin kurallarıyla ilişkilendirilir ve modern mantık biliminde sembolik sistemler olarak dile getirilir [3,9]. Rakip mantıksal sistemler, zıt duyumlar sonucu ortaya çıkmışlardır [3,9].

Mantık sistemleri oluşturulurken bazı temel temel prensiplere uyulmalıdır; bunlar :

- Eşitlik,

- Çelişmezlik, ve

- Üçüncü seçeneğin yokluğudur [3,9].

Fakat bu prensipler de sorgulanamaz değillerdir.

Mantığın, diğer tüm bilimlerin altında yatan fikir ve prensipleri içeren bir bilim olduğu şeklindeki nosyonu, Leibniz'le birlikte en azından 1666 yılına tarihlenmektedir. Dedekind, Frege, and Peano gibi isimler de mantıkçı okulun öncüleri olarak kabul edilirler [1,73]. Mantıkçı okul kesin tanımını, A.N.Whitehead ve B.Russel'ın anıtsal eseri Principia Mathematica (1910-1913) ile almıştır. Bu karmaşık çalışma, tüm matematiğin mantığa indirgenmesini detaylı bir şekilde göstermiştir [1,74].

Son zamanlarda ben, sen, o, önce, şimdi, sonra şeklinde gösterimsel (veya göreceli) sabitleri içine alan yararcı mantıksal sistemler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu sistemler, bir önermenin tek bir anlamı olduğu ilkesine uymazlar [3,12].

Küme Kuramı

Küme kuramının doğuşu 1874'te Cantor'un makalesinin yayınlanışı olarak kabul edilebilir [1,23].

Cantor'un tanımına göre, bir küme, sezgilerimizin veya zihnimizin belirli (öyle ki, bir küme ve bir nesne verildiğinde, o nesnenin, o kümenin elemanı olup olmadığını anlayabilmek olanaklı olacak), ayırtedilebilir (bir kümenin elemanı olarak nitelendirilen bir çift nesne verildiğinde, bunların aynı mı, yoksa birbirlerinden farklı mı olduklarını anlayabilmek olanaklı olacak) nesnelerinin bir bütün olarak kavranabilecek şekilde bir araya toplanmış halidir. Bu nesneler, kümenin elemanı veya ögesi olarak adlandırılırlar. Bir küme, tamamıyla elemanları tarafından belirlenir [2,2] [9,42] [10,15]. Cantor'un kuramının köşetaşı, hangi nesnelerin bir kümenin elemanı olup, hangilerinin olmadıklarına karar verirken sezgilerimiz tarafından yönlendiriliyor oluşumuzdur. Bu nedenle sıklıkla sezgisel küme kuramı olarak da anılır [2,127].

Mantığın temel nosyonlarına ek olarak, ilkel terimlerimiz küme ve Î'dir (elemanı olma). Temel varsayımımız, A bir küme ve a bir oluşsa, A ve Î'nin bir cümle oluşturduğudur. Aynı zamanda her bir kümenin de bir oluş olduğunu ve böylece bir başka kümenin elemanı olabileceğini de varsayarız [8,10].

Küme kuramı, özellikle bu yüzyılın ilk on yılında matematikle mantık arasında en önemli bağlayıcı unsur haline gelmiştir [9,88].

Aksiyomatikleştirme

Kısır döngülerden kurtulmak veya anlamsız sonuçlardan kaçınmak için, anlamlarını önsel olarak kavrayabildiğimiz ilkel terimler, yani kesinlikle doğru anlamları olduğu duyumsanabilen temel kavramlar, ve ilkel önermeler, diğer bir deyişle ilkeler kullanmalıyız [3,8]. Tabii, burada önsel doğrular kabul edebilmek için soru sormayı nerede bırakmamız gerektiğini belirleyebilmek de önemli bir sorundur.

Aksiyomların doğrulukları kendiliğinden belli olarak kabul edilir [2,224]. Aksiyomatik yöntem kavramını, eski yunan geometrisini oluştururken, Elemanlar isimli eserinde Euclid kullanmıştır [2,221]. Küme kuramı ilk kez 1908'de Zermelo tarafından aksiyomatikleştirilmiştir [1,68].

Küme Kuramının Paradoksları Üzerine

19. yy'ın sonlarına doğru, Cantor'un genel küme kuramının köşelerinde paradokslar (çelişki, zıtlık, ikirciklik; bilinenler ya da kabul edilenlerle uyuşmayan, ters düşen olgular) keşfedilmeye başlanmıştır. Bu paradoksların keşfi, matematiğin temellerinde en ciddi derecede rahatsız edici krizleri oluşturmuştur; ve halen de tam anlamıyla tatmin edici düzeyde çözüme ulaştırılamamışlardır [1,51]. Paradoksların keşfi, küme kuramında içerik ve yöntem olarak değişikliklere gidilmesine yol açmıştır [10,15]. Cantor'un kuramındaki çelişki çok büyük kümelerle ilişkilidir [2,127]. Bu paradokslar, her özelliğe ilişkin bir küme olduğu, ve her kümenin belirleyici bir özelliği olduğu savlarının yanlış olduğunu göstermiştir [2,128].

Russel'ın paradoksu, temel bir felsefi disiplin içinde yer alıyor görünen ilk paradokstur. Elea'lı Zenon'dan Kant'a ve 19. yy'ın dialektik felsefesine kadar, bilgi-bilimsel çelişkiler az da olsa bir kısım düşünürlerin dikkatlerini çekmiş, ve bu sorunları aşma yönünde alışılagelmiş kuramlarını sorgulama ve düzeltmelere gitme gereksinimi hissettirmiştir. Fakat Russel'a kadar, bu kadar alçak düzeyde ortaya çıkıp, bu kadar güçlü bir şekilde, iki kesin bilimin, matematik ve mantığın, en temel nosyonlarını içine alan bir zıtlık ortaya çıkmamıştır [10,2].

Sezgisel küme kuramının her özelliğin bir kümeyi belirleyeceği şeklindeki iddiası onun Aşil kemiği olarak görülebilir. Gerçekten, kısıtlama getirilmeden kullanıldığı taktirde, bu ilke mantıksal çelişkilerin türetilebileceği en az 3 kümenin ortaya çıkmasına yol açacaktır:

1. Russel paradoksu : x Ï x.

2. Cantor paradoksu : x bir kümedir.

3. Burali-Forti paradoksu : x bir sıralı sayıdır. [2,127]

Godel-Bernays kuramında, Russel paradoksundan sakınmak için paradoks oluşmasına yol açan guruplar için yeni bir tanım getirilerek küme yerine sınıf olarak adlandırılmışlardır. Yani, Godel-Bernays sistemi, ilkel terimler olarak, küme ve Î'nin yanında sınıfa da sahiptir. Her küme aynı zamanda bir sınıftır, fakat tersi doğru değildir [8,153]. Lemmon, aynı amaç için özel küme kavramını kullanmıştır [11,18].

Günümüzde aksiyomatik kuramlar, temel olarak sezgisel küme kuramının yolunda devam edilebilecek kadar esnektirler, ve klasik paradoksları bir şekilde atlatmaktadırlar (tutarlı olduklarını öne sürerek); fakat henüz hiç kimse tutarlı olduklarını ispatlayabilmiş değildir [2,129].

Yüzyılımızın başından beri ortaya çıkan paradokslara ait teşhis ve tedavi yöntemleri, her biri kendi içlerinde de çeşitli gruplar oluşturmakla birlikte, üç temel grup altında toplanabilir: aksiyomatik, mantıksal, ve sezgisel.

Sonuç

Her mantıksal olarak doğru önerme, doğrudur, fakat her doğru önerme mantıksal olarak doğru değildir. Sorun, mantıksal olarak doğru önermelerin gerçeklikte karşılıklarının olup olmamasıdır [3,12].

Bir önermeyi mantıksal olarak doğru kabul etmek için kriterimiz ne olmalı ? :

1. İşlemeli, iş görmeli. Ve bu işleyiş bize olumlu bir kazanç sağlamalı. Yani, başarı göstermeli. İşleyip işlemediğini öğrenmenin tek yoluysa deney yapmaktır (bu, teorik bir deney de olabilir). Bunun ötesinde genellenmesini arttımak için o kuramın uzman kullanıcıları arasında bir görüş birliği sağlanmalı.

2. Geçerli olmalı, en azından konu alanı içerisinde. Arzulanan ve ideal olan, evrensel geçerliliktir. Doğruluğun geçerli olduğu konu alanının genişletilmesi doğruluğun derecesini arttıracaktır. (yararcılıkla ilgili daha fazla bilgi için bkz. kay. 12, 13, 14, ve 15).

Bu yüzden benim mantık tanımım biraz farklı. Mantık, iletişimin sistemleştirilmesidir; iletişimse işleyecek (işe yarayacacak) bir şeyler yapabilmek için birisinin, kendi veya başkasının fikirleri arasında bağlantı kurabilmesidir. Şu aşamada bir tek geçerli mantık sistemi olduğunu ya da olabileceğini söylemek olanaklı değildir. Ancak, bir mantık sisteminin belli sınırlar içerisinde geçerli tek sistem olabileceğini söylemek olanaklıdır. Bu tanımın günlük yaşama daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Evrensellik ve hiçliğin tanımları, gerçekliğe uygun olmalıdır. Fakat gerçeklik hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Bu durumda iki seçeneğimiz var: birincisi, sadece bilinenlere ait bilgilerimizle yaşamaya (düşünmek, nedensellemek, çalışmak, gibi) çalışmak; ikincisi, gerçekliğe ilişkin henüz bilmediğimiz doğrulara ihtiyaç hissettiğimizde, (en iyi) iş görebilecek önermeleri, iş görmeye devam ettikleri sürece, doğru olarak kabul etmek.

E É B (örn. Lemmon), E = B (örn. Zermaelo-Fraenkel), ve hatta E Ì B aksiyomlarından yola çıkarak kendi içlerinde tutarlı mantık sistemleri oluşturabilmek olasıdır. Matematikte bugüne değin alışagelmiş olduğumuz yaklaşımlara ters düşüyormuş izlenimi vermekle birlikte, bunlardan en sonuncusu, E Ì B, akla en uygun olanıymış gibi gözükmektedir. Bunun nedeni de evrenin dışa doğru büyümekte olduğunu savunan günümüzün fizik kuramlarıyla uyum içinde gözükmesidir. Bilimin varsayımı, boşluk (ya da hiçlik) olmadığı taktirde, nesnelerin varolacak mekan bulamayacakları, bu yüzden de varolamayacakları şeklindedir. Burada söz konusu olan E ve B, varoluş ve varolmayışa karşılık gelen sonsuzluk içeren kavramlardır. E Ì B varsayımı, farklı şekillerde hiçlikleri sonsuz bir hiçlikten (varolanların evreninin içinde genişlediği) ayırtetmemizi sağlayacak ek tanımlara gereksinimi ortaya çıkartabilecektir. Bu, varolanların sonsuz olmadığı sonucunu da beraberinde getirmektedir. Bu görüş de günümüzdeki fizik kuramlarına uygundur. Bu durumda şöyle bir soru akla geliyor : eğer sonsuz terimi, evrende tüm varolanların bir şekilde simgesel olarak belirtilmesine karşılık geliyorsa, '0' da hiçliğe karşılık geliyorsa; '0' mı büyük, yoksa sonsuz mu ?

Kullanılan Simgeler :

E : Evrensel küme, uzay, çalışma uzayı ; B : Boş küme ( F, Æ, ve { } gibi simgeler de yaygın olarak kullanılmaktadır) ; Î : Elemanı olma ; Ì : Alt küme ; É : Kapsar ; È : Bileşme ; Ç : Kesişme

Yazarın notu :

(*) Burada ilginç bir ilişki göze çarpmaktadır. Mantık, matematik için temeli, en alt düzeyde ispatlarla oluştururken, öncelikle kümeler kuramından yola çıkar. Örneğin, sayılar, ilişkiler gibi kavramlar, en temel düzeyde mantık aracılığıyla kümeler kuramının ispatlanması sırasında tanımlanır. Hedef, buradan devam ederek, bu ispatları matematiğin tüm dallarını kapsayacak şekilde yapmaktır. Her ne kadar Gödel, yaptığı kanıtlamayla matematiğin kanıtlanabilirliğinin sınırları olduğunu göstermişse de [16], buradaki ilginçlik, ispatta kullanılan doğruluk ve yanlışlık kavramlarının da bir küme oluşturduğudur. Sadece doğru ve yanlışı kullanan iki değerli mantık sistemleri için durumu kurtaracak bir açıklama bulabilsek bile çok değerli mantık sistemleri (üç değerli, olasılıkçı, bulanık mantık sistemleri gibi) için bu olanaklı gözükmemektedir. Burada karşımıza bir kısır döngü çıkmaktadır: mantık aracılığıyla kümeler kuramını ispatlarken, özellikleri henüz ispatlanmamış bir değer kümesi kullanmak.

Kaynakça :

1. Johnson, P.E., (1972). A History of Set Theory. Prindle, Weber, & Schmidt Inc. (İngilizce)

2. Stoll, R.R. Set (1993). Theory and Logic. W.H. Freeman, San Fransisco (İngilizce)

3. Grunberg, T. "Mantık Felsefesi". Felsefe Dünyası

4. Grunberg, T., Batuhan, H. (1984).Modern Mantik. ODTÜ Yayınları

5. Yıldırım, C., (1981). Logic: The Study of Deductive Reasoning. METU Publications (İngilizce)

6. Hançerlioğlu, O., (1989). Felsefe Sözlüğü (7. bas.). Remzi Kitapevi

7. Dönmez, A., (1987). Kümeler Kuramı ve Soyut Matematik. Atatürk Üni. Yayınları

8. Hayden, S., Kennison, J.F., (1968). Zermelo-Fraenkel Set Theory. C.E.Merrill Publishing Co. (İngilizce)

9. Fraenkel, A.A., (1966). Set Theory and Logic. Addison-Wesley P.Co. (Ingilizce)

10. Fraenkel, A.A., Bar-Hillel, Y., Levy, A., (1973). Foundations of Set Theory (2nd ed.). North-Holland P.Co. (İngilizce)

11. Lemmon, E.J., (1968). Introduction to Set Theory yaz. Routledge & Kegan Paul Ltd. (İngilizce)

12. Scheffler, I., (1974). Four Pragmatists 'A critical Introduction to Peirce, James, Mead, and Dewey'. Humanities Press (İngilizce)

13. James, W. (1972). Pragmatism. Prentice-Hall (İngilizce)

14. Thayer, H.S., (1968). Meaning and Action 'A Critical History of Pragmatism'. The Bobbs-Merril Company, Inc.

15. Morris, C., Braziller, G., (1970). The Pragmatic Movement In American Philosophy. (İngilizce)
16. Nagel, E., Newman, J.R. (1994). Gödel Kanıtlaması: Matematiğin Sınırları. çev. Bülent Gözkan, Sarmal Yayınevi