Showing posts with label Sosyo-Psiko Satranç Yazıları. Show all posts
Showing posts with label Sosyo-Psiko Satranç Yazıları. Show all posts

Thursday, April 26, 2007

KAZANMAK / KAYBETMEK ve BAŞA ÇIKABİLMEK ÜZERİNE / Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Feylesof feylosof@satranc.net


KAZANMAK/KAYBETMEK ve BAŞA ÇIKABİLMEK ÜZERİNE



Hepimiz biliriz ki satranç aynı zamanda bir “oyun”dur. Oyun ise, tanımlanması göründüğü kadar kolay olmayan, tanımlamaya çalışanların üzerine ciltler dolusu kitaplar yazdıkları bir kavram. Oyun olarak nitelenen “şey”lerin hepsinin belirgin ortak özellikleri olmaması, oyun kavramının tanımlanmasını güçleştirmektedir. Belirgin olan tek şey, farkında olunsun ya da olunmasın, oyun kavramının ömür boyu insanların yaşamında önemli bir yeri olmasıdır. Kimi oyun “seyirlik”tir, kimisi “içe dönük”, kimisi “mekanlı”dır, kimisi “mekansız”, kimisi “oyunculu”dur, kimisi “oyuncusuz”, kimisi “gereçli”dir, kimisi “gereçsiz”, kimisi “kazanmalı”dır, kimisi “kazanmasız”. Matematikte, sosyal bilimlerde kazanmalı oyunları, kazanmayı/kaybetmemeyi konu alan “oyun kuramı” bile vardır. Hatta derler ki “hayat bir oyundur”.

Bu yazımda bir oyun olarak satrancın “kazanmalı” yanının psikolojik boyutu üzerinde duracağım. Satranç, “kazanmalı”, yani, “bir tarafın kazanıp, bir tarafın kaybetmesi, ya da beraberlik/yenişememe” ile sonuçlanan bir oyun. Üstelik en uzun sürebilen oyunlardan birisi. Kazanmalı oyunlar, genellikle, kazanmak için oynanır. Her zaman kazanmak ise çoğu zaman mümkün değildir. Kazanmalı oyunlarda “kazanma” ve özellikle “kaybetme” ile başa çıkılabilmesi psikolojik açıdan önemlidir. Oyun süresinin uzunluğu, oynanma amacı, verilen önem, verilen emek, beklentiler, bu “başa çıkabilme”nin gerekliliğinde belirleyici etmenlerdir.

Bir süre önce karşılaştığım bir vakadan bahsetmek istiyorum. Bir komşum, 4-5 yaşlarındaki okul-öncesi oğullarının “yenilmeye tahammülsüzlüğü”yle başa çıkamadıklarından yakınarak danıştı. Gözlemlemek için evlerinde toplandık. Sevdiği ve sıkça oynadığı bir oyunu ikimiz oynadık. Oyunu onu zorlamadan önde götürmeye özen gösterdim. Oyun ilerledikçe, gerildi, ve bir süre sonra kazanmak için hile yapmaya çalışmaya başladı, hilelerine izin vermedikçe daha da gerildi. Oyunu kaybedince, oyun gereçlerini kafama geçirmeye kalkıştı, yeniden oynama “baskısı”nı reddedince saldırganlığı daha da arttı. Güçlükle yatıştırabildik. Aile, bu durumu sürekli yaşadıklarını aktardı.

Satranç ortamlarında da benzer durumlara raslanabilmektedir. Aktardıklarım kiminize “bildik” gelmiş olabilir. Bu durum, hem çevresindekiler, hem de “kaybetmeye tahammül edemeyenler” için rahatsız edici olabilmektedir. Buna engel olabilmenin yolu “kaybetmeyle başa çıkabilmek”ten geçmektedir. Kişinin kendisinin, insanların sınırlarını iyi kestirebilmesi, koşullarını iyi değerlendirebilmesi, satrancın yaşamındaki yerini iyi belirleyebilmesi, “kaybetmeyle başa çıkabilmesi”ni kolaylaştıracaktır. Kimi zaman “kazanmayla başa çıkabilmek” de gerekebilmektedir.

Satrancın amatörce oynanması, geçim sağlamak amacıyla profesyonelce oynanmasına göre “kaybetmeyle başa çıkabilmek” açısından bir avantajdır. Satrancın keyif veren bir uğraş olarak, hoşça vakit geçirmek için oynanması da, çeşitli beklentilerle (ödül kazanmak, ligde oynamak, milli oyuncu olmak, dünya çapında oyuncu olmak, vd) oynanmasına göre bir avantajdır.

Belli yaşın üzerindeki satranç oyuncularının kendi kendilerine “kaybetmeyle başa çıkabilme” yollarını kolayca bulabilmeleri mümkündür. Fakat çocuklara özellikle ve dikkatlice öğretilmesi gerekebilir. Çocuklukta yerleşen uygun olmayan yaklaşımların, ileri yaşlarda düzeltilebilmesi çok daha zor olacaktır.

Kazanmak, ne herşeydir, ne hiçbir şey. Dolayısıyla kaybetmek de öyle. Kazanmak ya da kaybetmenin, izleyicilerin, taraftarların psikolojileri üzerinde bile ciddi etkiler yaratabildiğini zaman zaman hepimiz gözlemleyebiliyoruz. Bu durumda, oyuncular üzerindeki etkinin daha fazla olabilmesi şaşırtıcı olmaz. Bu etkinin, öncelikle başkalarına, ardından etki (kazanma sevinci, sarhoşluğu, kaybetme kızgınlığı, öfkesi, hiddeti, vb) altında olana rahatsızlık vermemesinin sağlanmasında, yani bu etkiyle başa çıkılabilmesinde fayda vardır. Aksi taktirde, keyifli bir oyun hem oyuncular hem de başkaları için eziyete dönüşebilecektir.

Niçin satranç oynuyorsunuz ? Geçiminizi sağlamak için mi ? Dünyaca meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? Ülkece meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? İlinizde, köyünüzde meşhur bir satranç oyuncusu olmak için mi ? Ödül, ek gelir elde etmek için mi ? Spor olsun diye mi ? Sanatsal amaçlı mı ? Sosyal, kültürel amaçlı mı ? Zihinsel faaliyet amaçlı mı ? Kişisel tatmin için mi ? Hoşça vakit geçirmek için mi ? Satranç oynama amacınız doğrultusunda ne çaba gösterdiniz ? Ne kadar, nasıl çalıştınız ? Ne kadar zaman harcadınız ? Nasıl, ne kadar bir bedel ödediniz ? Yaptıklarınız amacınıza ulaşabilmeniz için yeterli mi ? Amacınıza ulaşmış örnekler için bu soruların nasıl cevapları olduğunun düşünüyorsunuz ?

Yukarıdaki soruların cevaplanması, başa çıkma stratejisinin belirlenmesini kolaylaştıracaktır.
Kazansanız da kaybetseniz de keyif aldığınız satranç oyunları dileğiyle....

feylosof@satranc.net

SATRANÇ ve ÖLÜM / Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Sosyo-Psiko Satranç Yazıları

Feylesof feylosof@satranc.net


SATRANÇ ve ÖLÜM


Satrancı, yaşamdaki mücadelelerimizle, hatta yaşamın kendisiyle benzeştiririz kimi zaman. Satrancın en yaygın strateji oyunlarından birisi olması, ve giderek kalabalıklaşan bir ortamda hızlanan yaşam tempomuzda strateji kullanım ihtiyacımızın artmasının bu benzetişimi çağrıştırmamızdaki etkisi büyüktür.
Satranç, bir tür “savaş stratejisi” oyunu olarak ortaya çıkmıştır. Satranç taşları, buna uygun olarak, satrancın ilk oynanmaya başladığı zamanlardaki Hint ordusundaki yapılanmadan esinlenerek isimlendirilmiş, ve rolleri belirlenmiştir. Taşların isimlendirmeleri, kimi ülkelerde kendi kültürlerine uyarlanarak değiştirilmiştir.
Pek çok bakımdan en uygun benzetişimle, 16’şar kişilik 2 düzenli ordunun kıran kırana savaştığı 64 karelik bir harp alanıdır satranç tahtası. Amaç, savaşı kazanmaktır, amaca ulaşmanın tek yolu ise rakibin “şah”ını esir almak (günümüzde kazanmanın zamana, ve diğer bazı kurallara bağlı farklı yolları da mevcuttur).
Her savaşta olduğu gibi çoğu zaman “ölüm-ler” kaçınılmazdır, kimi zamansa sıradan. Kimi zaman rakibin “taşı alınır”, kimi zaman rakibe daha fazla zarar vermek beklentisiyle “taş feda edilir”. Bir taşın oyun tahtası dışına çıkması, bir savaşçının ya “öldüğü”, ya “yaralandığı, sakatlandığı” ya da “sağlam ya da yaralı olarak esir düştüğü, alındığı” anlamına gelmektedir. Yani, rakibin “taşını almak”, düşmanın bir savaşçısını “öldürmeye”, “yaralamaya, sakatlamaya”, veya “esir almaya” karşılık gelmektedir. “Taş feda etmek”se, kendi savaşçını “öldürtmeye”, “yaralatmaya, sakatlatmaya”, veya “esir düşürtmeye”.
Hal böyle olunca, farkında olsak da olmasak da, çoğu satranç oyununda “kan gövdeyi götürmekte”dir. Bilgisayarda satranç oynayabildiğimiz bazı satranç programlarındaki canlandırmalar da buna uygundur : “bir kılıç darbesiyle savaşçıların kelleleri uçar, bir gürz darbesiyle beyni dağılır, kalbe saplanan bir mızrakla, kılıçla yere serilir, oluk oluk kanlar akar”, veya günümüz savaşlarına uygun bir şekilde “alnının ortasına ya da kalbine gelen bir kurşunla savaşçı yere serilir, ya da üzerine düşen bir bombayla paramparça olur”.
Her savaş, ardında “acı” bırakır. Bu, az ya da çok, kazanan taraf için de, kaybeden taraf için de geçerlidir; özellikle “ölenler” varsa. Ateş düştüğü yeri yakar, örneğindeki gibi, başkalarının ölmesinden etkilenmeyenler, önemsemeyenler, aldırmayanlar olsa da, “ölenler”in acısıyla başbaşa kalacak, acılarını taşımak, buna katlanmak zorunda kalacak birileri mutlaka vardır.
Satrançta hedef, şah hariç elde tek taş kalsa bile, mümkünse rakibin şahını esir almaya çalışmak, ve her duruma kendi şahını esir düşürtmemektir. Yani, rakibin şahını esir almaya yetecek güçteki son bir savaşçı haricindeki tüm savaşçılar “feda edilebilir”dir. Rakibin şahını esir alabilme imkanı kalmadığında, kendi şahını esir düşmekten kurtarabilecek, yenişememe (pat) durumu yaratabilecekse, son savaşçı da feda edilebilir. Satranç taşları, becerilerine, güçlerine göre kıymetlendirilir. “Feda edilebilirlik”leri, kıymetleriyle doğru orantılıdır. Düşük değerli savaşçılar, gerektiğinde yüksek değerli savaşçıları kurtarmak için de “feda edilebilir”dirler. Daha seyrek ortaya çıkan bir durum olmakla birlikte, kimi zaman, rakibe daha fazla zarar verebilmek, üstünlük sağlamak söz konusu olduğunda, tam tersi de olabilir, yüksek değerli savaşçılar, düşük değerli savaşçıları kurtarmak için de “feda edilebilir”dirler.
Feda edilemeyecek, öldürülemeyecek tek kişi “şah”tır. Satrancı yaşamla benzeştirmemize neden olan pek çok neden varmış sahiden. Gerçek yaşamda gün gelir “şahları da vururlar”; olacak o kadar. En imtiyazlı satranç şahsiyeti “şah”ın da bir kukla olması, satranççının hamlelerinin dışına çıkamaması da gerçek yaşamla benzeşiyor mu dersiniz ?!
Genel olarak en kolay feda edilebilecek, harcanabilecek savaşçı “piyon”dur. İlginçtir, terfi edebilme ayrıcalığına sahip olan tek savaşçı da piyondur; en kolay harcanabilir olmayı kabullenebilmesini sağlama, kolaylaştırma amaçlı bir ödül belki de. Ne yazık ki, “şahlık”a terfi etmesine izin verilmediği, “vezirlik”ten öteye terfi edemeyeceği için, “feda edilebilirliği” hiç bir zaman tamamen ortadan kalkmayacak, sadece “feda edilebilirlik” riski azalabilecektir.
Satranç savaşçılarının, seçme, rollerini değiştirebilme, genişletebilme, işlerine gelmeyen, beğenmedikleri hamleleri yapmama şansları yoktur. Bereket, yaşam bu kadar katı değildir. Piyon olmaktan başka şansı gözükmeyenlerin bile, piyonluğunun düzeyini belirleyebilme, hatta sadece kendi kendinin piyonu olabilme şanşı çoğu zaman vardır, bu şansını arttırabilmek ya da azaltabilmek de pek çok zaman kendi elindedir. Vezirliğe terfi edebilmenin büyüsüne kapılıp, şahın yaptırabileceğinden daha fazla piyonluk yapmak, vezirlik yerine rezilliğe de terfi ettirebilir. Amman dikkat !….
Satranca cok fazla benzeştirmeyeceğiniz, ve kendinizi “piyon” gibi hissetmediğiniz bir yaşam dileğiyle….

feylosof@satranc.net